20 Mart 2018 Salı

Kefir Dosyası /Kefir Yapımı ve Kefir Magazini



Kefiri ve yararlarını okuyup niyet eden; ama nereden-nasıl kefire ulaşacağını bilmeyen her kimse, işte ben de hikayenin tam oralarındaydım. Şimdi çay demler gibi kefir demliyorum!

Yoğurttan bile daha kolay mayalanan bir olay olduğunu baştan bilsem, bu kadar geçe de kalmazdım. Tabi yoğurttan bile derken, 'bile' fazla ukala durdu. Zira, yoğurt bir mayalanıyor, iki mayalanıyor, üçüncüsünde bakıyorsun, tutmuyor. Kefir öyle mi ya? Her seferinde yanıltmadan, dipçik gibi mayası tutuyor. Üstelik ürüyor, üretiyor, çoğalıyor.

Çocuk Sağlığı ve Kefir

Bugün sağlıklı beslenme denildiğinde, arkasından kefirden bahsetmek; moda ve kalın kaş ilişkisi gibi oldu. Olmazsa olmaz yani. Hele çocuk mocuk yapıldıysa, aman diyim. Kefirsizlik, çok büyük günah. Abartıyorum tabi ki. Çünkü kefir tüketimi, çocuklar dünyasında hala bir soru işareti. Çocuklar kefir içmeli söylemleri yaygın, evet. Ama bir de kefir market raflarında çok yeni bir ürün, yani ne desem- bilemiyorum, diyen uzman söylemleri de yok değil. Bilhassa amarigalılar kefire tam güvenemiyor. Bebekler için genel olarak zaten tavsiye edilmiyor. Ben o kısımları bilemiyorum. Burada kendi deneyimlerimden bahsetmek ve kefir yapımının aşamalarını yazmak için kalktım, geldim. Ancak madem kendi kendimin lafını bölerek, konuyu kefir ve çocuk ilişkisine getirdim, o halde tamamlayayım.

Geçen sene, kuzenimin tavsiyesiyle probiyotik almıştım oğluma. Çok iyi geldi bu takviyeler ona. Düzenli kaka yapmaya başladı. Gözlemlediğim kadarıyla daha az hasta oluyordu. Belki de bu kısmı tesadüftür, bilemiyorum. Fakat kefiri keşfettikçe ve hakkında okudukça, şunu öğrendim: Probiyotik takviyelerindeki bakteriler, kefirin içeriğindekilerle kıyaslandığında, çok yetersiz. Üstelik mide asiti probiyotik takviyelerin içeriğindeki bakterilerin çoğunu bağırsaklara ulaşamadan eritiyor. Eritiyormuş. Ben araştırmaların yalancısıyım.

Bir de çok pahalı. Probiyotikler gerçekten aşşırı pahalı. Kefiri hayatıma sokmaya niyet edince, takviyeleri çıkardım tabi. Fakat bir yandan çocuklar kefir tüketsin diyen uzmanlar, öte yandan şüpheyle yaklaşanlar derken, ortaya karışık bir yol buldum ve 4 yaşındaki oğluma az miktarlarda kefirli karışımlar vermeye başladım. Takviyeleri haftanın her günü kullanıyordum. Kefiri de haftada 3 gün filan veriyorum. Sonuç? Tabi ki kefirin sahneye ilk çıktığı yer, kakalar oluyor. Kakalar şahane bir düzende ve .. (kaka sohbeti seven bir anneden daha fazla bilgi istemezsiniz sanırım). Ayrıca kıyaslayınca daha az hasta olmasını, buna bağlar oldum.

Kefirle Nasıl Tanıştım?

Kefir, hayatıma birçok şeyin cevabı olarak dannn diye girdi! Bu şeyler, öncelikle bağırsakla başlayan, sonrasında da ruh halime kadar uzanan sağlık sorunlarıydı. Kefirin içeriğinde bulunan onlarca sağlıklı bakteriye bu kadar ihtiyacım olduğunu bilmiyordum.


İlk kez market kefirini (Eker) denedim. Burnumu tıkayarak bile içemeyecektim. Vazgeçtim ve çöpe attım. Meğer böyle olurmuş. Normalde market ayranları lezzetli gelir bana (ev yapımlarına göre)... Ama kefirde tam tersiymiş. Kefir, marketten alınınca tadı pek tolere edilemiyormuş. Üstelik içeriği de değişiyormuş.

Sonra Ege Uni ve Atatürk Orman Çiftliği'nin doğal kefirlerinden almaya başladım. Her iki yerde de 2 litrelik şişelerde, 14 TL'ye satılıyor. Tadı daha çekilir. Hatta zamanla kendini sevdiriyor bile. Çaktırmadan benim sindirim/boşaltım takımlarımda bariz iyileşmeler de olunca, mevzuyu biraz daha ileri seviyelere taşıdık ve Öğrenen Anne'nin gazlaması-akabinde gönderdiği kefir mayalarıyla evde kefir üretimine başladık.

Kefir Yapımı

Ah o pıtır pıtır karnabahar tanelerini andıran kefir mayaları... Hakkında dönen tüm sağlık dedikodularından habersiz, nasıl da şevkle çalışıyor, şımarmıyor, tam hizmet veriyor. Canlarım benim...

Kefir yapımında nelere ihtiyaç var?


  • UHT olmayan, kaliteli süt (Tire süt tercih ediyorum ben)
  • Süzgeç (Plastik olması şart, zira çelikle temas yasak)
  • Tahta Kaşık (Çelikle temas ters , malum)
  • İlgili kavanoz/kap/şişe


Başarısız Denemeler

Kefir yapımı denemelerinde henüz Ö.A.'nın askerleri gelmeden önce, biz Atatürk Orman Çiftliği'nde satılan pinçik kadar mayalardan almıştık. Sanırım 10 TL kadar ücreti vardı. Fakat kaç süt çöp oldu. Nedenleri şunlardı:


  1. 24 saat dolduğunda, süt mayalanmıştır diyerek, sabırsızca süzme aşamasına geliyorduk.
  2. Büyük miktarlarda süt kullanıyorduk.


Halbuki o mayanın da zamana, biraz hareketlenmeye ihtiyacı varmış (kefir mayasına pedagojik yaklaşım) Bunu henüz anlamamıştık. Bu nedenle 'bu kefir mayası çalışmıyor' diyerek, ekşimiş sütleri çöpe attık. Fakat daha sonra o pinçik kefirin kendisine fırsat verildiğinde 1 litre sütü, 36 saatte nasıl da kalın bir kefire dönüştürdüğüne şahit olacaktık.

Tutmuş, olmuş, içilmiş kefir

Ö.A.'nın mayaları bize kefir yapımı konusunda uzmanlık kazandırdı. Çünkü ol diyorduk, oluyordu. Hem sayı olarak fazlaydılar hem de aktiftiler. 24 saat içerisinde bile, kıvamı yerinde kefirimiz olabiliyordu. Buradan çıkarılacak ders şu olsun:

Kefir mayası aldığınızda, hemen hizmet beklemeyin. Önce az miktarda sütün içerisinde (1 su bardağı), uzun süre bekletin (36-48 saat)... Belki ilk 5 denemede filan böyle olabilir. Zamanla mayalar şevke gelecek ve dev hizmet tam hizmet vereceklerdir.
Peki kefir yapımı nasıl olur, kısmına gelelim. Çok kolay yaa, diyip şimdi burada 50 aşamalı bir işlemden bahsedermişim. Aslında ilk seferinde bana öyle gelmişti. Nerede okuduysam zor göründü. Daha sonra, birkaç yerde izledim, acaip basit göründü bu kez de. Ama olmamıştı, başaramamıştım. Her denemede eşime usulca sarılıp 'sence bu kez tutacak mı' diyordum. O da bana dönüp, ellerimi kavrayıp 'umudunu yitirme' diyordu. Konuyu bu derece arabesk hale getirmiştik. Ve sonunda başardık. Meğer gözünde büyütme hastalığına tutulmuşuz. Tarif son derece basitmiş sevgili arkadaşlar. Biz onu kafamızda zorlaştırmış, kendi kendimizi sabote etmişiz.

İşte Basit Haliyle Tarif:

İhtiyacımız olan oda sıcaklığında süt. Dolaptan henüz çıkmış da olabilir. Öyle yapan da var. Ben genelde birkaç dakika ısıtıp, oda sıcaklığına getiriyorum. Kavanoz ya da bardakta olsun... İçerisine tahta kaşıkla mayayı / mayaları atıyoruz. Sonra da tülbent / peçete ile ağzını kapatıyoruz. Toka bağlıyorum ben genelde. Bezlere sarmaya-sarmalamaya gerek yok.

1 bardak kadar sütü mayalarken...
Burada da 1 litre süt mayalanyor


Kefirin mayalanması bitince de onu süzüyorum. Ve dolaba kaldırıyorum. Kefirin mayalarını ise MUTLAKA içme suyu ile yıkayarak, yine içme suyunun içerisinde dolaba kaldırıyorum.

Kefiri süzerken...

Mayalar, dolapta bekleyecek


Olmazsa Olmaz:


  • Kefir mayalanırken karanlıkta beklemeli.
  • Çeşme suyu kefir mayasına iyi gelmiyor, içme suyuyla temas etmeli.
  • Kefir mayalamaya vakit yoksa, buzdolabında mayalar içme suyunda 1 hafta bekleyebilir. 
  • Yok daha uzun sürecekse, suyundan arındırıp-kurutup, bir kaba koyup buzluğa atılabiliyor. 2 ay da böyle kalabiliyor.

Buzluğa attığım mayalar...

Her Şey İyi Hoş da Kefirin Kaknem Tadını Nabıcaz?

Ben zamanla sevdim. Ama hala koklamadan içiyorum. Ayran desen değil, yoğurt desen değil. Karakteri bozuk bir içecek. Meyvelerle karıştırıldığında, tadını daha kötü buluyorum. Ancak 4 yaş çocuğuna şu tip karışımlarla kakıtabiliyorum mesela:


Burada 1 muz, 4-5 adet çilek (mevsiminde olursa daha iyi tabi), çeyrek bardak kefir karışımı var. İçine de ekstradan çilek doğrayarak, fantezilerin kralı yapıldı.

Tabi ki her seferinde bu kadar ihtirasla uğraşmıyorum. Sadece muz ve çeyrek bardak kefir yeterli oluyor, 4 yaşın içmesi için. Tabi sek şekilde, hiç takla attırmadan kefir içebilecek çocuklar da var. Hayat bu kadar zor değil. Eğer siz kendiniz için kefir karışımları istiyorsanız, google yapmanız yeterli. Çok hoş tarifler mevcut. Ya da tembelgillerdenseniz benim gibi hiç koklamadan direkt dikebilirsiniz. Aaa bu arada kefir ısıya maruz kalırsa, bakteriler vefat ediyor, bunu da eklemek isterim. Keklere, poğaçalara koymanın anlamı yok-muş yani.

Neden Kefir be Canım?

Şimdi bu kadar eziyete ne gerek var, ben başka ortamlardan da alırım bi dal probiyotik diyorsanız, durun! Sizi hemen şu yazıya alayım. Vaktiniz varsa, lütfen yazının tamamını okuyun. Birçok sorunuzun cevabını bulabilirsiniz. Ha sorunuz filan yoksa, hatta kefir konusuyla komple alakanız yoksa sırf genel kültürünüze katkısı olsun diye okuyabilirsiniz. Kefirin uzaylara varırcasına faydaları hakkında bir de ben burada destan yazmak istemiyorum. Bir bakın, ne düşüneceksiniz merak ediyorum. Zira ben ilk öğrendiğimde, kendimi yaşamın şifresini bulmuş gibi hissetmiştim. Kefirle ilgili google'dan (evet google bana para veriyor) farklı kaynaklara da ulaşabilirsiniz.

Çok yararını gördüğüm, ailemin de bolca tükettiği kefir konusunda yazmayı kendime vazife edindim. İlgili soruları hevesle -yapabildiğim kadarıyla- cevaplarım ve isteyenle fazla mayalarımı paylaşmaya da hazırım efendim.Yazmanız yeterli!

Not: Önceki yazımın ikinci bölümü ilerleyen günlerde burlarda olur.

14 Mart 2018 Çarşamba

Sağlıklı Beslenme Trendlerinde Tutarsızlıklar



Sağlıklı beslenme arka arkaya çok sık söylendiğinde yabancı bir kelimeye dönüşüyor. Deneyelim:

Sağlıklıbeslenmesağlıklıbeslenmesağlıklıbeslenmesağlıklıbeslenmesağlıklıbeslenmesağlıklıbeslenme

Gürültülü oldu.

Eskiden, ben çok küçükken, sağlıklı beslenmeye dair söylenen şeyler çok daha sadeydi. Üç beyazdan kaçınmalıydık: Un, tuz, şeker. Şifremiz bu kadardı. Uzmanlar, sağlıklı beslenme hakkında daha sakin bir tondan konuşuyor, kimse birbirine dava açacak kadar ters düşmüyordu.

Sonra çeşitli beslenme trendleri ortaya çıktı. Sıralamasını hatırlayamıyorum ama benim hatırladığım en eski trend, Dukan olabilir. Elbette öncesinde çeşitli popüler rejimler vardı; karbonhidrat rejimi, yağ rejimi, et rejimi, Sibel Can rejimi gibi. Bugün Mars'ta koloni inşa etmek bile neredeyse teoriden pratiğe dönüşecek... Ona rağmen, evet 'zayıflamak-kilovermek-fit olmak' konu başlıkları giderek daha gizemli / karmaşık bir hale geliyor.
görsel kaynak: yemek.com

Bir yandan zayıflamak isteyen insanoğlu öte yandan hastalıklardan, paralel evrende 'öcü' metaforunda kullanılabilecek nitelikteki 'kanser ve türevlerinden' 'topuk popoda' kaçmak istiyor. Hepimiz şişko, hasta ve yaşlı olmaktan korkuyoruz. Ödümüz kopuyor.

Fakat, insanoğlu- insan kızı kendi iç sesini duyacak kadar düz ve o kadar kolay mı sandınız? Yanıldınız! Yıllar içerisinde sağlıklı beslenme gündemini; yaşam biçimi, duygu durumu ve siyasi-entelektüel kaygılarla harmanlayarak iyice karmaşık hale getiren yine biz olduk! Alkali duygular mı çıkmadı, vegan manifestolar mı yazılmadı, glutensiz taklalar mı atılmadı... Bana kalırsa, kolay cevapları, zor sorular sorarak, iyice belirsiz hale getirdik. Sahi konumuz neydi? Sağlıklı beslenme.


Sosyal medyada taraflar tutuldu, capsler oluşturuldu, fanatikçe hashtagler bölüştürüldü, görsellere efektler verildi. Hepimiz bir takımın parçası olduk. Bazıları tarafsız kalarak, taraf oldu. Ama hep suçluluk hissine boğuldu. Çünkü çocuğuna şekersiz kurabiye pişirmeyene paylaşımlarda yer yoktu.



An itibariyle etrafımda trend haline gelmiş o kadar çok sağlıklı beslenme önerisi var ki.. Bunlardan bazısı başlı başına bir akım, bazısı da doktoruyla öne çıkan formatlarda öneriler. Hepsi de aynı şeyin peşinde: Sağlığımızın gizli düşmanını bulmak! Ve hepsinin önerisi birbirinden farklı. Hepsi, sonunda bir yaşam biçimi vadediyor. Hepsi mutlak sağlık, neşe, havalılık, gençlik ve huzur dolu yarınlardan bahsediyor. Dinden sonra ikinci din gibi reçete halinde, herkes birbirini kendi gündemindeki beslenme trendine davet ediyor. Ben de bu trendleri okuyan, bazılarına gönülden inanan ve günlük yaşamımda uygulayan biri olarak, geçenlerde bu yazıyı yazma ihtiyacıyla kıvrandığımı fark ettim. Çünkü tüm bu trendlerin aslında tamamen insan sağlığını tamamlayamayacağını, bir şeylerin eksik olduğunu, düşünmeye başladım. Gelin, örnekleriyle inceleyelim.

Vegan Beslenme


Bu aralar, etrafımda kendini veganlığa adamış o kadar çok insan var ki... Hepsi de bir parti sözcüsü gibi, sık sık beni veganlığa davet ediyorlar. Veganlık davetle olunabilecek bir şey mi, merak ediyorum? Eskiden et yemekten hoşlanmadığı için vejetaryen olayazan insanlar tanırdım. Vejetaryenlik bitti mi sahi, nerde o insanlar? Vejetaryenliğe kıyasla, vegan beslenmeyi bugün savunanların, tabiatları gereği bunu tercih etmelerinden ziyade politik bir tutumları olduğunu, hafiften sinirli ve atarlı olduklarını fark ediyorum.

Elbette insan, evrimsel yolculuğunu kadere bırakmamalı. Kendi kendini evrimleştirebilmeli. Politik sebeplerle, beslenme tercihlerimizi değiştirebiliriz. Fakat önce konuyu tam bi netleştirelim!

'Vegan.. Ama Neden Vegan Olunur ?'

1- Hayvansal gıda yiyememek, alerjik reaksiyonlar.
2- Duygusal nedenler. Canlılara duyulan muazzam saygı.
3- Hayvansal gıdanın insan sağlığına olumsuz etkileri olduğuna inanmak
4- Vegan beslenmenin zayıflamaya ve daha havalı olmaya katkısı olduğunu düşünmek

Hangi nedenlerle vegan beslenme tam olarak öneriliyor? Önce bunu bilmek isterim. Çünkü maddelerden ilkine bakarsak, bunun tartışılacak yanı yok. Bazı insanlar doğdukları günden bu yana yumurta, tavuk eti yiyemez. Vegan olmaktan başka şansları zaten yoktur.

İkinci maddede ise düşünce evrimini gerçekleştirmiş bir insan modeli söz konusu. Herhangi bir sağlık kaygısı olmadan sadece canlılara duyduğu saygıdan, beynin karar verme yetkisinden sorumlu 'prefrontal korteksi' güzel işleyen kişileri kapsıyor. Belki dünyanın geleceğine sahip çıkıyor ve tabiata katkıda bulunmak istiyor.

Üçüncü grup ve dördüncü grup ise, bana göre oldukça kişisel, tamamen öznel bir tutum içerisinde. Dolayısıyla, onlardan beni partilerine davet edip durmalarını istemiyorum. Çünkü daha dün beraber etli menüler gömüyorduk. Bugün, kendisi için verdiği karar, sadece kendisini ilgilendirmektedir, diye düşünüyorum. Çünkü vegan beslenme de hala tartışılır bir konu başlığı.

Şöyle ki vegan beslenmede hayvansal hiçbir gıda yok. Ancak tahıl var, şeker var ve sonsuz meyveler var. Bunun her yanı tartışılır. Tahılın bugün bilimsel çalışmalarda nasıl bir magazin ünlüsü olduğunu merak edenler 'Tahıl Beyin' kitabını alıp, okuyabilir. Ya da okumayabilir. Başka birçok kaynak var. Kaynak, öğrenmek isteyenin köpeği olsun, kaynaktan bol ne var? Patatese abanmış birçok vegan menüleri yayınlanıyor. Patates, giydiği giysiye göre (pişirme yöntemlerine) şeytan gıdası (kanserojen) diye anılabilen bir sebze, biliyor muydunuz? Nohuta, mercimeğe bel bağlamış menüler var. Hadi gelin biraz ülkemizdeki bakliyat gerçeğini konuşalım. Ya da konuşmayalım, durum vahim çünkü. Unlar... Veganlıkta hayat kurtarıcısı unlar... Otizmin, bunamanın, depresyonun, şeker hastalığının ve şuanda ismini anmaya üşendiğim hastalıkların sessiz kahramanı unlar... Daha tartışılacak çok konu var: Kuruyemiş tüketimi nasıl yapılmalı, Meyve ağırlıklı smoothie'lerin zararları, vs.

Kısacası vegan beslenmenin, araştırma yapmaksızın uygulandığında faturası sandığınızdan ağır olabilir. Beyonce vegan oldu diye, bizim de olmamız gerekmiyor. Hem Beyonce'ye veganlık kolay! Beyonce'nin beslenme uzmanı, direkt şarkıcının mutfak çalışanlarına çiğ bademi akşamdan suya koymaları gerektiğini hatırlatıyor olabilir. Kaju sütünü toptan bol bol alıp, vegan peynirini bile evde hazırlatıyordur, bilemiyorum. Biliyorsunuz, bizde çok pahalı malum. Kesin olan bir şey var ki...  Beyonce'nin veganlık anlayışında beyaz ekmeğe, reçel gömüp yemek olmadığı kesin!



Canan Karataycılık


Ülkemizde büyük bir kitleyi peşinden sürükleyen Canan Karatay, kendisini sevenler ve gıcık olanlar tarafından çok sık gündeme taşınıyor. Dinden sonra ikinci din, sağlıklı beslenme konusu demiştik ya. Karatay da bir yerde örgüt lideri sayılabilir.

Canan Karatay'ı ben de sevenlerdenim. Vaazlarını fanatikçe savunmuşluğum çoktur. O pilav yenmeyecek arkadaş! O ekmek eve girmeyecek! Şeker mi, asla! Fakat günün sonunda, içimden atamadığım bazı tutarsızlıklar var:

Meyveyi kötü şeker kaynağı olarak gören Karatay, hepten meyveyi yasaklıyor. Kırmızı etten korkma, meyveden kork diyor. Meyve ve içeriği günümüzde bozuldu da, kırmızı et hiç bozulmadı mı? Neredeyse tereyağı şelalesinde duş al, diyor. Peki nasıl tereyağı? Biz nereden bulacağız öyle doğal tereyağını? Hadi bulduk. Nasıl ödeyeceğiz, bankadan doğal tereyağı kredisi çekerek mi? Meyveye gelelim. Meyvesiz, olmaz elbette. Uygulanabilir değil bir kere. Bu kadar meyvesi olan bir ülkenin insanları olarak, doğal gıda dendiğinde, meyveyi soframıza koymayacaksak, neyi koyacağız? Elmadaki şekerden korkacağız ama etten korkmayacağız, o şekil mi yani?

Bir diğer mevzu da hayvansal gıda tüketiminde, topluma cesaret vereyim derken, yine aşırıya kaçan ifadeleri, bence yanlış anlaşıldı. Tereyağı süper, zeytinyağı bomba, yumurta şahane, kırmızı et olayy derken aslında vermek istediği mesaj şuydu: 'Yenmesinde sakınca yok'... En azından ben böyle olduğuna inanmak istiyorum. Ancak toplum mesajı şöyle aldı: 'Göm eti gitsin'

Grip aşısı ve hamilelik şekerinde de tamamen yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Başından beslenmemize dikkat edersek, işlenmiş gıda / şeker / gluten tüketmezsek, bu tür önlemlere ihtiyacımız kalmaz, demek istiyor. Ama ifadelerindeki sertlik yüzünden anlaşılmıyor. Geçenlerde bir tuz mevzusu gündeme geldi. Almış koluna 'kaya' gibi kaya tuzunu, 'bol bol tüketin' diye haberleri çıktı. Eminim, sofra tuzu yerine kaya tuzu tüketin, vücudun ihtiyacı var demek istemiştir. Ancak yine karikatür yapmışlar, klasik.

Canan Karatay günümüz dünyasında geçerli olan gıdalar konusunda beslenme programı oluşturamıyor ne yazık ki. Laf arasında söylemlerinden bunu anlıyorum. Bundan 50 sene öncesinin tahıl, süt ve süt ürünleri, hayvansal gıdalar, bakliyat ve meyve-sebze grubu üzerinden derleme yapıyor. Örneğin bugünün çocukları süt içmesin demişti bir kez. Aslında süt ve süt ürünlerini tavsiye eder, teorik olarak. Fakat bugünün pratiklerinde, edemiyor.

(yazının devamı gelecek)

7 Şubat 2018 Çarşamba

Sözelci Annelerden Fazlasını Beklemeyin!


Çok anlasaydım, sayısalcı olur, tıp kazanırdım. Fakat ben sözelci olup, gazetecilik kazandım. Neden ebeveyn olduktan sonra doktorculuk oynamak zorundayım? Bu iş benim uzmanlık alanım değil ki. Ben filmin 'tanjant kotanjant' kısmında uyuyakaldım... Üzerime gelmeyin.

Konu yine doktorlar ve ilaçlar. Ev çocuğunun gece öksürüğü nedeniyle doktora gittik bu hafta başında. Ateş yok. Ciğer ve boğaz temizmiş. Tahlile bile gerek duymadı. Öksürük için bir ilaç yazayım dedi. Eczaneye bir gittim ki ne göreyim? Yazdığı ilaç antibiyotik. Ben şaşkın, salak gibi bakıyorum eczacının suratına... Orda oturup ağlayacaktım. Antibiyotik ne alaka? Pardon ama gerçekten soruyorum, ne alaka? Öksürük yüzünden çile çekiyor yavrum ve onu rahatlatamıyorum. Ve doktordan da yardım alamıyorum. Başladım eczacıyla dertleşmeye... Ya dedim, neden böyle yapıyor bu doktorlar? Neden çocuğumun-çocuklarımızın sağlığına kast ediyorlar? Sinirden montumu kemiricem, o derece.

Sonra bitkisel öksürük şurubu aldım, çıktım. Yolda giderken bebeye de anlattım. Bak oğlum, bugün seni yoğun bakıma alıyorum. İç dediğim her şeyi içiceksin, bu öksürüğü beraber aşıcaz. Bak doktorun verdiği ilacı sana almadım, bu durumu ilaçsız atlatmamız lazım, kabul mü? Kendisini benimle takım gibi hissedip, hemen kabul etti. Bir şeylere karşı kavga başlattığımı anladı, oyun sanıp hoşuna gitti galiba.

O akşam bol sıvı, ballı ıhlamur, kefir, kemik suyunda pişmiş çorba (baharatlı) ve bitkisel şurup içti. Yastığı da yükselttim. Ertesi gün de yaptım aynı şeyi. Hafifledi valla öksürük. Dün gece sanırım hiç öksürmedi.

Fakat içimdeki gıcıklığı bir türlü söküp atamıyorum o kadına (doktora) karşı. Bu kaçıncı? Kaç doktor görmüşümdür, İzmir'e geldim geleli, hepsi aceleyle antibiyotik yazıyorlar! Bu kişisel bi sorun değil. Bu politik bir sorun. Antibiyotik zararlıdır bıdı bıdı klişesini tekrarlamıyorum burada. Antibiyotik tahrip eder, ciddi ciddi. Ve rastgele yazılıyor olması, üzerine basa basa suçtur.

Peki ya inansam güvensem ve kullansam verilen her ilacı? En başından beri keriz gibi, her yazılan ilacı tam kullanım talimatına göre 'al evladım, iç yiğidim, göm aslanım' diyerek versem çocuğa? Bu çocuğun bağırsaklarına, bağışıklığına verilen zararın hesabı? Farkında olmadan kullananlar? Onların çocukları?

Annelik ayrıca, doktorların tepemizden yağdırdığı antibiyotik kutularına karşı çocuğumuza şemsiye olup, onları korumaktır. Annelik, sayısalcı olmadan biyoloji, fizik, kimya ve tıp uzmanı olmaktır. Analık, maalesef doktor randevusundan sonra, bir falcı gibi oturup yazılan bir torba ilaca bakarak tahmini yorumlarda bulunup ciddi riskler almaktır.

Bence tıp fakülteleri haftanın bir günü, ana-babaları dersliklerinde ağırlayarak, eğitim günü düzenlesinler. Bir seminerle antibiyotiğin gerekli olduğu durumlar ve yanlış kullanıldıkları zaman yol açtıkları ciddi tahribatlar konusunda bizlere genel bilgiler verip, geçiştirsinler. Ardından çocukların ateşi nasıl ölçülür, boğazına-ciğerine nasıl bakılır anlatsınlar. Tüm standart muayene işlemlerini ve karşılığında olası hastalıkları açıklasınlar. Hatta bazı günler, bayramlarda filan ücretsiz antibiyotik dağıtabilirler mesela. Desinler ki boğazında kızarıklık varsa şu yeşil kutu, koşunca öksürüyorsa sarı olanı, ateşi varsa maviyle sarıyı birlikte veriver. Banyo suyuna da şu kırmızı kutudakilerden kırıver. Şuana kadar gördüğüm doktor hizmetleri maalesef bu seviyede. Biz de kendimiz standart bir eğitimle asgari düzeyde uzman olup, kendi çocuklarımıza coşkuyla antibiyotik yazabiliriz değil mi? Hem de sözelciysek bile yapabiliriz değil mi?

Not: Görevini layıkıyla yapan, ilaçları yerli-yersiz kullandırmayan, kişilerin sağlığını bir bütün olarak değerlendiren ve günlük çözümler üretmeyen müthiş doktorları çağımızın modern kahramanları olarak ilan ediyorum.