8 Ocak 2017 Pazar

Unicef vakası ve sosyal medya bızırtıları

Unicef Türkiye instagram hesabından yaptığı bir paylaşımla, dört bir koldan olumsuz tepkileri üzerine çekti. Paylaşım şuydu:


Bu paylaşım görüldüğü gibi bir ironi. Daha doğrusu benim gördüğüm gözler buna ironi diyor. Fakat beklenmedik şeyler gelişti ve Unicef paylaşımını geri çekmek zorunda kaldı.

Herkes ciddi ciddi paylaşımda geçen soruyu cevaplamak için yarışa girdi. Burası yerel bir şaka gibi değil mi? Hatta içlerinde birbirini doğru cevabı bulduğu için 'helal..' diyerek tebrik edenler bile oldu. Birbirini etiketleyip 'sence kaç?' diye yarışı coşturanlar da cabası... Bu bir gruptu. Başka bir grup ise Unicef Türkiye'yi hainlikle suçladı. Bu paylaşımda, çocuk gelinlerin meşrulaştırıldığı yanılgısına kapıldı. İleriye gidenler, Unicef'in artık günümüz Türkiyesinde çocuk gelinleri normalleştirdiğini iddia etti.
Buna imkan var mı diye bir ara soruyla göz göze gelelim şimdi.

Bir başka grup ise, Unicef Türkiye'yi ülkemizi böylesi bir aşağılık konuma yerleştirdiği için eleştirdi. Bizim ülkemiz Afganistan mıymış?
Şimdi yine göz göze gelebiliriz.

Unicef gibi evrensel, iyi niyetli örgütlerin sosyal medya içeriklerini tasarlarken titiz davranmaları elbette önemli. Fakat  bizimkisi gibi az gelişmiş (mental olarak) ülkeler için içerik belirlerken daha düz, mümkünse mecaza kaçmadan davranmak en iyisi.

Ülkemizde sosyal medyada en çok takipçisi olan profillere benim gibi üşenmeyip düzenli bir şekilde göz atanlar, içerik konusunda ne demek istediğimi biliyorlardır.

Neyse, onu boşver, Ahmet ve karısı Leyla'nın durumu nolmuş şimdi?



4 Ocak 2017 Çarşamba

'Evde değil, sokakta deneyin'


Şehirlerde hep bi ıkınma sesi duyuyorum. Şehirler olmaya, güzelleşmeye çalışıyor çabalıyor. Elinden geleni yapıyor. Şehir derken İzmir, İstanbul, Ankara, Bursa... Fark etmez. Şöyle 'ben oldum, hadi sakin sakin tadını çıkarın' diyen bir şehir var mı?

İnşaatlar, projeler, gürültüler bitmiyor. Görüntüler hep şöyle:









Hele şu son çukur nedir? Gülüyorum : )
Sadece seyretmek bile yorucu.

Bence işleri biraz da sanatçılara bırakmalı. Estetik zekası olan, yaratıcı sanatçılara danışılmalı. Belki daha pratik ve neşeli bir yolu vardır bu bitmeyen şehir işlerinin?

İtalya'da var o örneklerden. İtalyan sanatçı Biancoshock, şehrin bitmeyen tadilat-onarım-bakım sorunları için bazı çözümler bulmuş. Şehrin kusurlarını güzelleştirmek için ilginç ve sıradışı yöntemler... (Fotoğraflar üzerine tıklayınca büyüyebilir)












Sokaklara bu tür küçük dokunuşlar yapan sanatçı biraz da toplumsal bilinçaltı kavramını kurcaladığını, bundan çok zevk aldığını söylüyor ve ekliyor; 'Sakın evinizde denemeyin. Çıkın sokakta deneyin'

Oldu Bianco'cum. Deneriz. Gökkuşağı merdivenlerinde başımıza gelenler hiç olmamış gibi, bir de bu fikirleri deneriz.

Biancoshock'un buna benzer onlarca çalışmasını kendi web sitesinden bulabilirsin.




1 Ocak 2017 Pazar

Zor Hafta: Yılın ilk haftası



Kuruyemiş tabağı iyiydi de şimdi sıra soğuk, kanlı ve canlı Pazartesi ile yılın ilk haftasını yaşamaya geldi.

Şahsen benim yeni yıla girerken en çok zorlandığım 12'ye kadar ayakta kalma savaşı oldu. Elimde şarap kadehi ve kafamda yılbaşı şapkasıyla; sızmamak için yoğun mücadele veriyor, dudaklarım esnemekten bir bayrak gibi dalgalanıyordu. Çünkü şarap 20'li yaşlarımın tersine, -ne kahır ki- artık uykumu getiriyor.

İşte.. Yeni bir seneye girdik. Giriyor olmak, girmiş olmaktan daha mı heyecan vericiydi ne? Hele ki yeni senenin birinci haftası, birinci Pazartesi günü, ilk iş günü, ilk okul günü ne kadar da 'patatolla' değil mi?

Patatolla kelimesini ben uydurdum şuan.

Patatolla: Beklentiye girdiğin bir konu gerçekleştiğinde, ne yapacağını bilemediğin, orta halli bir 'mallaşma' hali.

Normal. Çünkü yılın en zor haftası, ilk haftadır. Elinde yeni gıcır gıcır bir takvim var. Değerlendirmek istiyorsun. İşte tam bu noktada kendini çok baskı altında hissediyorsun. Aniden bir yorgunluk çöküvermiş. Ne oldu yahu?

Şunlar oldu:

Evin toplanması
Yılbaşı kutlamalarında evde olmayı tercih edenler, ertesi gün etrafta meze artıkları ve çok fazla nevresim takımı dağınıklığı ile uyanırlar. Anadolu'da yılbaşı gecesi yatıya misafir ağırlama oldukça popülerdir. Hiç de motive edici değil. Ve hiç de yeni bir seneye benzemiyor? Baskı ilk günden başlıyor.




Çok mu harcadık ya?
Yılbaşında dışarıda olmayı tercih edenler ise, ertesi gün uyandıklarında müthiş bir beyin egzersizi ile güne başlıyorlar. Dün gece kaç lira harcadım? Hesabın kaçta kaçı bana girdi? Oldukça yorucu.




Tatil havası iyiydi
Her ne kadar haftasonuna sıkıştırılmış bir yeni yıl kutlaması fazladan izin yapma şansı veremediyse de, Cuma gününden kutlama havasına girmek, bir tatil gevşekliği verdi. Okulun son dersi gibi, yılın son günleri coşku içinde karşılandı. Şimdi bu gevşeklikten kurtulup 'hayata kaldığı yerden hırsla devam etmek', insanın 'bellerini' ağrıtıyor. Zor geliyor.



O son içki..
Kabul edelim, kutlamalarda kıtlama psikolojisine giriyoruz. Yarın kıtlık çıkacakmış gibi çok yiyor, çok içiyoruz. Yemekten kabız oluyor, içmekten komalık hale geliyoruz. Bu da bizi yılın ilk haftasında haliyle yoruyor.



Beklentiler çok
Çok hayal kurduk, çok karar aldık yine. Zaten bu sene hepimiz maaşa zam gelsin dileğinden çok 'terör bitsin' dedik. Yüksek beklenti. Sigarayı bırakma dileği, kilo verme dileği, daha çok kazanma ve başarılı olma dileği. Bu dileklerin hepsi insan olsa, peşimizden kabadayı gibi kovalardı. Kan ter içinde bırakırdı. Bu ne ya? Bu kadar fazla şey beklemeyelim kendimizden. İşte bunlar hep sırt ağrısı...



Sosyal medya unutmaz
Biz normal hayatımıza adapte olmaya çalışsak, kollarımızı sıvasak da sosyal medya rahat bırakmıyor. Varsa yoksa bildirim. Her birine tıkladığımızda kendimizi yarı sarhoş, ağızda kedi dili, eller havada ve aşırı rujlu görüyor olabiliriz. Bu da haliyle günlerden Pazartesi ise ürkütücü. Neye bu kadar gülmüşüm acaba bu fotoğrafta? Bunlar da şakak ağrısı olarak dursun kenarda.



Kişisel bir not!

Yine de henüz yaşanmamış yeni bir 365 güne uzaktan bakmak çok ilham vericiydi.
Derken, 12 ye dakikalar kala, dışarıda duyulan havai fişek sesleri beni korkuttu. Bir an silah sesine benzettim. Toplumsal bilinçaltım, yeni yıl gecesini kutlamakla ilgili gündeme gelen malum konuları bu silah sesleriyle ilişkilendirmişti. Yanılmışım. Aslında yanılmamışım. Ertesi gün, toplumsal bilinçaltımın sezgisel olarak tıkır tıkır çalıştığını Reina saldırısından haberdar olduğumda öğrenecektim.

Yeni bir senenin ilk gününde böyle bir haberle uyanmak, tartışmasız hepimizin kişisel bilinçaltında çöpler bırakacak. Zamanla göreceğiz. Ölmemekle kurtulamayacağız bu olaylardan.

Umarım bir gün bu yorgunluklarımız geçer.

*Görseller, bana ait değildir.